2 Kasım 2010 Salı

İçimdeki Nostradamus der ki;

"In the end, the world will become so corrupt that we will have to digress back to our most basic form just to survive this world of hate"

30 Ekim 2010 Cumartesi

Caribou-röportaj

Çok sevdiğim Caribou'yla yapılmış çok hoş bir röportajı paylaşıyorum. Dan Snaith'in bugüne bugün PHD sahibi bir matematikçi olması ve ailesinde de bir sürü matematikçi olması gibi çok enteresan bir şey öğrendim bu röportajdan. Matematik zekası ve elektronik müzik prodüksiyon yeteneği arasında pozitif bir korelasyon olabilir mi acaba? Plak şirketleri müzisyenlere Ales'vari bir sınava girmeyi şart koşup bir de albüm çıkarmak için taban puan belirlese baya komik olabilirdi sanırım..
Röportajın aşağıya koyduğum kısmı çok hoşuma gittiği için burdan ayan beyan paylaşıyorum.Geri kalanını kopyalamak anlamsız, lütfen üşenmeyiniz,tıklayınız ve okuyunuz:)

"Could you pinpoint one particular artist or song that inspired you to do Swim?

It wasn’t really a piece of music; and that was the whole thing with Swim, I didn’t want to hear a sound and try to copy it or whatever. I would rather be inspired by the ideas behind a piece of music or in this case, the biggest influences like Golden Feet and Theo Parrish (when he was playing Plastic People in London); just when I was was starting to make music it was kinda of the breadth of music that he played and the way he was playing music that was danceable.

It was extremely weird and eccentric and still making people dance because it was rhythmically dance music. Otherwise it was really abstract music and that inspired me to think about how much freedom actually making dance music gives, though people think of it as being this really restrictive genre. And that impressed me as being a way of liberating myself into the way of doing stranger things in the guise of making dance music."

Beşiktaş'ın Allen Iverson transferi


Hep müzik,sinema, ve dramatik insan ilişkilerinden konuşacak değilim ya burda.. Hayatımın hep içinde olmasına rağmen neden şu blogda bir kere olsun sporla ilgili bir şey yazmamışım anlamış değilim:) Ama geç olsun, güç olmasın diyerek blogumdaki basketbol açılımını yapıyorum:D

Neredeyse hiç tv izlemeyen bir insan olmama rağmen, dün akşam,taksimdeki mekanlar sağolsun şu ha oldu ha olacak denilen Allen Iverson transferinin gerçekleştiğini sıcağı sıcağına duydum. Beşiktaş'ı tebrik ederim. Tabi basketbol ligimizi de. Bunun baya konuşulacağı, belli bir süre için bizim için çok iyi bir reklam olacağı kesin.Ama ya sonrası?

Nedense ben bu şaşalı transferin uzun vadeli etkilerinden pek emin değilim. Bilhassa Beşiktaş'ın tribünlerinin hiç dolmadığı kadar dolacağı, aynı şekilde genç basketçilerin de Beşiktaş altyapı takımlarına ilgisini arttıracağı kesin.Ama ya işin teknik tarafı? Birincisi, Kaan Kural'ın da açıkladığı gibi Iverson'un stili tam bir NBA stili olduğu için Beşiktaşa uyum sağlaması zor gibi görünüyor.Beşiktaşın Iverson'a uyum sağlaması zaten konuşulmayacak bir olasılık. İkincisi, NBA sadece o bilindik, katı kuralları olan NBA disiplini yüzünden Iverson'u gözden çıkarmış değil.Adam gerçekten özel hayatında sıkıntılar yaşıyor. Üstüne üstlük dünyanın hiç bir liginde kolaylıkla tolere edilemeyecek bir alkolizm durumu var ( şu an ne durumda bilmiyorum tabi). Yani, Iverson yıpranmış bir oyuncu şu anda.

Bakalım bu sezon neler olucak. Belki de bu senaryoların hepsi boşunadır. Belki de sadece reklam yapmakla kalmayıp, Iverson atağıyla Beşiktaş takıma ve lige yeni soluk getirir. Hep beraber görücez..


Not:ekşisözlükteki Allen Iverson için türkçe isim önerileri başlığına bakmanızı öneririm. "Aylin'e veryansın favorim oldu:)"

24 Ekim 2010 Pazar

Whatever happened to my rock'n'roll?


Punkerları severim(buralarda çok çakma olsa da). Clubberları da severim. Hatta hiphopcıları da severim. Metalcileri de tabi severim, heralde müziklerine bu kadar sadık başka bi grup da yoktur.Ama şu hipsterlere acayip uyuzum. Hipsterlik bence punkcı,metalci ve clubber tiplerinin arasında en çok tutanı şimdiye kadar. Bu bahsettiğim üç müzik insanı tiplemesi hep azınlıkta oldu buralarda(İstanbulda). Ama bu hipsterlik virüs gibi yayılıyor. Bence özünde oldukça yavşak bir tipleme olduğu için bu kadar tuttu. Çünkü hipster aslında ne modaysa,ya da onların deyimiyle ne trendsettersa onu takip eden formsuz bir şey. Moda, müzik, fotoğraf vs'de her şeyin hep alternatifini seçtiğini sansa da aslında o da şu çok küçük gördüğümüz Bağdat caddesi gençliğinden farklı değil benim gözümde. Her ikisinden de entellektüelite beklemiyorum. Hipsterin daha iyi müzikler dinlemesi,daha alternatif mekanlara gitmesi, 2.el makinasıyla fotoğraflar çekmesi onu alternatif ya da daha üstün yapmıyor...Siz de benim gibi bu saçma sapan güruhun mensubu insanlardan sıkıldıysanız bu şarkı size gelsin.Black Rebel Motorcycle Club son zamanlarda çok çaptan düşmüştü. Ama gönlümüzde yeri ayrı. Böyle bir şarkı sözü yazan grup asla unutulmamalı zaten!


I fell in love with the sweet sensation
I gave my heart to a simple chord
I gave my soul to a new religion
Whatever happened to you?
Whatever happened to our rock'n'roll?
Whatever happened to my rock'n'roll?

12 Eylül 2010 Pazar

Reset! - Booka Shade – More!

Reset! 64.sayısı çıktı. Bu sayıdaki albüm kritiğim;

Reset! - Booka Shade – More!

7 Eylül 2010 Salı

Pieces of you


Geçenlerde aklıma gelen bir Jewel şarkısı. Çok da içli içli söyler bunu Jewel abla..Tez zamanda dinlemenizi öneririm.Sözleri çok güzel..









She's an ugly girl, does it make you want to kill her?
She's an ugly girl, do you want to kick in her face?
She's an ugly girl, she doesn't pose a threat.
She's an ugly girl, does she make you feel safe?
Ugly girl, ugly girl, do you hate her
'Cause she's pieces of you?
She's a pretty girl, does she make you think nasty thoughts?
She's a pretty girl, do you want to tie her down?
She's a pretty girl, do you call her a bitch?
She's a pretty girl, did she sleep with your whole town?
Pretty girl, pretty girl, do you hate her
'Cause she's pieces of you?
You say he's a faggot, does it make you want to hurt him?
You say he's a faggot, do you want to bash in his brain?
You say he's a faggot, does he make you sick to our stomach?
You say he's a faggot, are you afraid you're just the same?
Faggot, Faggot, do you hate him
'Cause he's pieces of you?
You say he's a Jew, does it mean that he's tight?
You say he's a Jew, do you want to hurt his kids tonight?
You say he's a Jew, he'll never wear that funny hat again.
You say he's a Jew, as though being born were a sin.
Oh Jew, oh Jew, do you hate him
'Cause he's pieces of you?





9 Ağustos 2010 Pazartesi

True Blood Lafayette'den İnciler..


Tabi ki de diğer tüm True Blood fanları gibi Lafayette'i seviyorum,sayıyorum. Zeka küpü ama olabildiğine sapkın ve buram buram underground bir karakter bundan daha iyi olamazdı bence. Her görüşümde makyajına olsun,kafasına taktığı acayip bandanalara olsun, tarzıyla kol kaslarınının yarattığı tezatlığa olsun,bitch (bieeeeç) diyişine olsun, extra extra gay dekorasyonlu evine olsun kopuyorum. Son günlerde Jesus adlı bir yakışıklıyla işi pişiriyor ve bunu yaparken de yeni yetmeler gibi heyecanlanıp "oh lord" diyor ya bir de ona kopuyorum. Beni bu kadar keyiflendiren, nerdeyse mest eden bir karakter olmasına rağmen aynı zamanda içlendirmiyor da değil kerata.3.sezon 7.bölümde okuduğu Inuit şiiri saolsun, yine tavanları seyredip derin düşüncelere dalma hallerindeyim..

"I think over again my small adventures, my fears.
these small ones that seemed so big.
for all the vital things i had to get and to reach.
and yet there is only one great thing.
the only thing.
to live to see the great day that dawns.
and the light that fills the world."

27 Temmuz 2010 Salı

Ladies and gentlemen we are floating in space!














Bunu okuyan herkes burda kendinden bir parça bulur.Herkes durur,düşünür ve düşünür. Ve düşünemez. Ve sonra herkes kaybolur. Sadece boşluk olur..Bayanlar baylar; şimdi boşlukta süzülüyoruz..


sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
ışığı gördüm, korktum
ağladım.
zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim .
karanlığı gördüm, korktu
m.
gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi, ağladım.
yaşamayı öğrendim
doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
zamanı öğrendim, yarıştım onunla..
zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim.
insanı öğrendim.
sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
sevmeyi öğrendim, sonra güvenmeyi
sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
insan tenini öğrendim. sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
evreni öğrendim. sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
ekmeği öğrendim. sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini..
sonra de ekmeği hakça üleşmenin bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
okumayı öğrendim
kendime yazıyı öğrettim sonra...
ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
gitmeyi öğrendim. sonra dayanamayıp dönmeyi...
daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğini gördüm.
düşünmeyi öğrendim. sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim. sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
namusun önemini öğrendim evde...
sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.
gerçeği öğrendim bir gün..ve gerçeğin acı olduğunu..
sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.
her canlının ölümü tadacağını ama "sadece bazılarının hayatı tadacağını" öğrendim..

MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ

Yağmurun kokusunu aldığım zaman dünya gözüme başka görünüyor.
Sanki herkes yağmur yağdığında olup biten her şeyi unutuyormuş gibi
Sanki yağmur bütün sıkıntıların üzerine yağıp ne var ne yoksa hepsini damlalara karıştırıyormuş gibi..

13 Temmuz 2010 Salı

Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür!


Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var; daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.

Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.

Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var. Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var. Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.

Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz, çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz, çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz, çok az okuyor çok fazla TV izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz. Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık. Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz.

Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik. Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık.

Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var. Dış Uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik.

Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık.

Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik. Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik.
Daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz.
Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz.

Koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik. Daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz.

Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır.

Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir. Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlakî değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir. Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız.

Öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz.

"Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür."

George Carlin

6 Temmuz 2010 Salı

Blog sayfamdaki yazıdan çalıp çırptıklarıyla müzik yazarlığına soyunan arkadaşa

Bilemiyorum blog sayfamı hala takip ediyor musun Sayın Mehmet (yazının altında soyadını bile bahşedemiycek kadar korkak olduğun için sadece isminle yetiniyorum şimdilik). Eğer takip ediyorsan şunu sana bildirmek isterim; Joy Division'ın Unknown Pleasures albümüyle ilgili yazını okudum (ismini vermek istemediğim bir dergide). Hiç ama hiç utanmadan benim "Four men ,one souls" adındaki Joy Division'la ilgili yazımdan cümlelerimi birebir aldığını gördüm.Takdir ettim seni ama.Cümleleri doğru yerlere serpiştirmişsin.Hatta biraz da değiştirmişsin toplamda bu değiştirme bir virgül, bir eş anlamlı kelime yazma kadar olsa da.Eh, Allah razı olsun.Sana söylenebilecek bir şey yok.Benim gözümde yaptığın şey kirasını zar zor ödeyen bir memurun cüzdanını çalmaktan farklı değil..Sen de benim dünyamdan kopan cümleleri çaldın.Tek farkı bence sen daha cesursun. Ama seninkisi cahil cesareti dediklerinden olsa gerek.Biraz zeka parıltısı olan bir insan olsaydın sanırım ulan ben böyle gelişine çalıp çırpıyorum ama bu yazının sahibi de bu dergiyi okuyabilir (en nihayetinde kaç dergi var, ve söz konusu olan dergi oldukça popüler) diye düşünebilirdin. Hayatta asla haksızlığa boyun eğen bir insan, ya da haksızlığı görmezden gelen bir insan olmadım. Şimdi de olmayacağım...Joy Divison ruhunu yakışan bir insanmışsın.Helal olsun sana!

28 Haziran 2010 Pazartesi

değişmeyen,değişemeyen fon müziği















Şu klişeyi bilirsiniz; herkesin hayatının bir fon müziği vardır. Bu müzik sabit değildir. Modunuza,duygularınıza,yaşadıklarınıza,yaşattırıldıklarınıza ve daha bir çok şeye göre değişir. Ama eminim ki fon müziği playlistinde bazı şarkılar her zaman daha çok önplana çıkar. Her playlistte olduğu gibi. Bu, o şarkılar diğerlerinden daha güzel olduğu için değildir. Bu hayat akışınızın sizi o şarkıyla bir şekilde daha çok karşılaştırdığındandır. Benim de böyle bir şarkım var. Çok istedim bu şarkıyla karşılaşmamayı. Sevmediğimden değil...

Ama hayat, ya da benim hayatım kendi ekseninde dönen bir dramayı dönüşmeyi iyi başardığı için fonundan Spiritualized'ın "Broken Heart" şarkısı hiç eksik olmadı. Yine,yeniden beraberiz işte...



Though i have a broken heart
I'm too busy to be heart broken
There's a lot of things that need to be done
But i have a broken heart
Though i have a broken dream
I'm too busy to be dreaming of you
There's a lot of things that i've got to do
But i have a broken dream
And i'm wasted all the time
I got to drink you right off of my mind
I've been told that this will heal given time
But i have a broken heart
And i'm crying all the time
I have to keep it covered up with a smile
And i'll keep on moving on for a while
But i have a broken heart...

25 Haziran 2010 Cuma

Beth vs Lady Gaga?


Neden Lady Gaga'yı değil de The Gossip'in Beth Ditto'sunu tercih ederim?

Beth bence kendisiyle gerçekten barışık.Kendime güveniyorum ve body-image klişelerini yıkmak istiyorum der gibi değil başka türlüsünü yapamayacağı için utanmadan çekinmeden aşırı kilolu vücudunu sergiliyor, bikiniler,jartiyerler giyiyor.

Lady Gagaysa soyunduçka soyunuyor. Genel olarak ahım şahım bir vücuda sahip olmamasına rağmen o da çekinmeden sergiliyor. Ama bunu Beth'inkinden farklı amaçlara hizmet için yaptığını biliyorum. Lady Gaga'nın derdi sınırsız yaşayan gençliğe ilham olmak. Hey ne kadar da cool yozlaşıyoruz demek. Güya, Madonna'dan yadigar anarşist, olabildiğine teşhirci,kiliseleri kızdıran kadın imajını diriltmek.Güya...

Beth çok ama çok güzel şarkı söylüyor. Beth kaliteli şarkıları olan bir grubun şarkılarını söylüyor.Beth sahnede enerji patlaması yapıyor. Beth içinden geldiği gibi takılıyor.

Lady Gagaysa sahnede şarkı söylemekten başka her şeyi yapıyor.İyi planlanmış bir reklam harikası sadece.Planlara uygun hareket ediyor. Tarzına dair her şey gibi sahnedeki her hareketi de planlı.


Gelgelelim, yeri ayrı olanlar sadece üzerimize kocaman bir ilham bombası atanlar oluyor. Bu yeri ayrı olanlarda bizden parçalarla oluşmuş bir yaşanmışlık hissi oluyor.Tıpkı Beth ve The Gossip'deki gibi.Beth senden, benden,bizden toplanmış kaybeden öyküleriyle kazanan öykülerini birleştiriyor.Bu öyküler de The Gossip'in konserlerinden ve albümlerinden buram buram ulaşıyor bize..

20 Haziran 2010 Pazar

You'll See It by washed out

You'll See It by washed out

işte işte işte! keşfedilmemiş hazinelerden bir demet. kimse bilmesin bunu.aramızda..

16 Haziran 2010 Çarşamba

True Blood Pam'den inciler..


"I don't know what it is that makes people think that I wanna hear their problems.Maybe I smile too much. Maybe I wear too much pink. But please remember;I can rib your throat out if I need to. And also know that I am not a hooker.That was a long long time ago."

21 Mayıs 2010 Cuma

Bon Iver And St. Vincent - Roslyn

dünyanın en aptal filmleri serisi olan twilight serisinden birinin soundtrackini dinlemiş bulundum.bu nadide parça o filmin fonunda ne geziyor bilmiyorum ama çok acıtıyor dinlemesi..

29 Nisan 2010 Perşembe

I'M AS MAD AS HELL, AND I'M NOT GOING TO TAKE THIS ANYMORE!!!




1976 yılında Sidney Lumet tarafından çekilmiş The Network adlı filmden bir alıntıyı paylaşıyorum.Filmi henüz izlememiş olmama rağmen okuduğum yorumlardan tokat gibi film olduğunu tahmin ediyorum.Maybeshewill'in "Not for Want of Trying" şarkısında duyduğumuz sözler de bu benim paylaştığım kısım. Zira ben de filmi böyle keşfettim.Aslında şarkıyı ilk dinleyişlerimde sadece müziğe odaklandım ama aslında ben eminim ki bu serzenişti beni şarkıya odaklayan.Sonraki dinleyişlerimde bu adamın cehennem kadar kızgın olduğunu belirtmesiyle sonlanan bu konuşmanın beni yerimden kaldırıp "ben cehennemlerden de kızgınım!" dedirtebildiğini farkettim..İşte burda;

"I don't have to tell you things are bad. Everybody knows things are bad. It's a depression. Everybody's out of work or scared of losing their job. The dollar buys a nickel's worth, banks are going bust, shopkeepers keep a gun under the counter. Punks are running wild in the street and there's nobody anywhere who seems to know what to do, and there's no end to it. We know the air is unfit to breathe and our food is unfit to eat, and we sit watching our TV's while some local newscaster tells us that today we had fifteen homicides and sixty-three violent crimes, as if that's the way it's supposed to be. We know things are bad - worse than bad. They're crazy. It's like everything everywhere is going crazy, so we don't go out anymore. We sit in the house, and slowly the world we are living in is getting smaller, and all we say is, "Please, at least leave us alone in our living rooms. Let me have my toaster and my TV and my steel-belted radials and I won't say anything. Just leave us alone." Well, I'm not gonna leave you alone. I want you to get mad! I don't want you to protest. I don't want you to riot - I don't want you to write to your congressman because I wouldn't know what to tell you to write. I don't know what to do about the depression and the inflation and the "terrorists" and the crime in the street. All I know is that first you've got to get mad. You've got to say, "I'm a HUMAN BEING, goddamnit! My life has VALUE!" You've got to say, "I'm as mad as hell, and I'm not going to take this anymore!" Then we'll figure out what to do about the depression and the inflation and the oil crisis. But first get up out of your chairs, open the window, stick your head out, and yell, "I'M AS MAD AS HELL, AND I'M NOT GOING TO TAKE THIS ANYMORE!!!"

28 Mart 2010 Pazar


“For all sad words of tongue and pen, The saddest are these, 'It might have been'.”

John Greenleaf Whittier

6 Şubat 2010 Cumartesi

Çok doğru söyledin Can Baba



O olmazsa yaşayamam
O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle O daha az sever seni,
Senin O'nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden,
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...

Can YÜCEL

25 Ocak 2010 Pazartesi

what you resist, persists

Göründüğün gibi ol, olduğun gibi görün. Göründüğün gibi olduğunu san, olduğun gibi göründüğüne herkesi inandır. Ama gördükleri sen olmasın. Senin gördüğün bile sen olmasın. Sen soluk bir iz ol yollarda. Varlığın hep buğulu camlar ardında kalsın. Sesin kulaklarda,kokun hatıralarda, yerin kalplerde olsun. Sevenlerin gibi sevmeyenlerin de olsun. Ama sen hep soluk bir iz ol yollarda. Ne sevenin ne de sevmeyenin bu soluk izlerden sana çıkabilsin. Yollarındaki ayrımlar seni hep şaşırtsın.Sen hep kapalı kutular içinde bekle...

11 Ocak 2010 Pazartesi

Never is a promise


You'll never see the courage I know Its colors' richness won't appear within your view I'll never glow - the way that you glow Your presence dominates the judgements made on you But as the scenery grows, I see in different lights The shades and shadows undulate in my perception My feelings swell and stretch; I see from greater heights I understand what I am still too proud to mention - to you You'll say you understand, but You don't understand You'll say you'd never give up seeing eye to eye But never is a promise, and you can't afford to lie You'll never touch - these things that I hold The skin of my emotions lies beneath my own You'll never feel the heat of this soul My fever burns me deeper than I've ever shown - to you You'll say, Don't fear your dreams, it's easier than it seems You'll say you'd never let me fall from hopes so high But never is a promise and you can't afford to lie You'll never live the life that I live I'll never live the life that wakes me in the night You'll never hear the message I give You'll say it looks as though I might give up this fight But as the scenery grows, I see in different lights The shades and shadows undulate in my perception My feelings swell and stretch, I see from greater heights I realize what I am now too smart to mention - to you You'll say you understand, you'll never understand I'll say I'll never wake up knowing how or why I don't know what to believe in, you don't know who I am You'll say I need appeasing when I start to cry But never is a promise and I'll never need a lie