13 Temmuz 2010 Salı

Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür!


Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var; daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.

Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.

Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var. Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var. Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.

Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz, çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz, çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz, çok az okuyor çok fazla TV izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz. Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık. Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz.

Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik. Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık.

Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var. Dış Uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik.

Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık.

Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik. Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik.
Daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz.
Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz.

Koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik. Daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz.

Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır.

Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir. Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlakî değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir. Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız.

Öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz.

"Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür."

George Carlin

6 Temmuz 2010 Salı

Blog sayfamdaki yazıdan çalıp çırptıklarıyla müzik yazarlığına soyunan arkadaşa

Bilemiyorum blog sayfamı hala takip ediyor musun Sayın Mehmet (yazının altında soyadını bile bahşedemiycek kadar korkak olduğun için sadece isminle yetiniyorum şimdilik). Eğer takip ediyorsan şunu sana bildirmek isterim; Joy Division'ın Unknown Pleasures albümüyle ilgili yazını okudum (ismini vermek istemediğim bir dergide). Hiç ama hiç utanmadan benim "Four men ,one souls" adındaki Joy Division'la ilgili yazımdan cümlelerimi birebir aldığını gördüm.Takdir ettim seni ama.Cümleleri doğru yerlere serpiştirmişsin.Hatta biraz da değiştirmişsin toplamda bu değiştirme bir virgül, bir eş anlamlı kelime yazma kadar olsa da.Eh, Allah razı olsun.Sana söylenebilecek bir şey yok.Benim gözümde yaptığın şey kirasını zar zor ödeyen bir memurun cüzdanını çalmaktan farklı değil..Sen de benim dünyamdan kopan cümleleri çaldın.Tek farkı bence sen daha cesursun. Ama seninkisi cahil cesareti dediklerinden olsa gerek.Biraz zeka parıltısı olan bir insan olsaydın sanırım ulan ben böyle gelişine çalıp çırpıyorum ama bu yazının sahibi de bu dergiyi okuyabilir (en nihayetinde kaç dergi var, ve söz konusu olan dergi oldukça popüler) diye düşünebilirdin. Hayatta asla haksızlığa boyun eğen bir insan, ya da haksızlığı görmezden gelen bir insan olmadım. Şimdi de olmayacağım...Joy Divison ruhunu yakışan bir insanmışsın.Helal olsun sana!

28 Haziran 2010 Pazartesi

değişmeyen,değişemeyen fon müziği















Şu klişeyi bilirsiniz; herkesin hayatının bir fon müziği vardır. Bu müzik sabit değildir. Modunuza,duygularınıza,yaşadıklarınıza,yaşattırıldıklarınıza ve daha bir çok şeye göre değişir. Ama eminim ki fon müziği playlistinde bazı şarkılar her zaman daha çok önplana çıkar. Her playlistte olduğu gibi. Bu, o şarkılar diğerlerinden daha güzel olduğu için değildir. Bu hayat akışınızın sizi o şarkıyla bir şekilde daha çok karşılaştırdığındandır. Benim de böyle bir şarkım var. Çok istedim bu şarkıyla karşılaşmamayı. Sevmediğimden değil...

Ama hayat, ya da benim hayatım kendi ekseninde dönen bir dramayı dönüşmeyi iyi başardığı için fonundan Spiritualized'ın "Broken Heart" şarkısı hiç eksik olmadı. Yine,yeniden beraberiz işte...



Though i have a broken heart
I'm too busy to be heart broken
There's a lot of things that need to be done
But i have a broken heart
Though i have a broken dream
I'm too busy to be dreaming of you
There's a lot of things that i've got to do
But i have a broken dream
And i'm wasted all the time
I got to drink you right off of my mind
I've been told that this will heal given time
But i have a broken heart
And i'm crying all the time
I have to keep it covered up with a smile
And i'll keep on moving on for a while
But i have a broken heart...

25 Haziran 2010 Cuma

Beth vs Lady Gaga?


Neden Lady Gaga'yı değil de The Gossip'in Beth Ditto'sunu tercih ederim?

Beth bence kendisiyle gerçekten barışık.Kendime güveniyorum ve body-image klişelerini yıkmak istiyorum der gibi değil başka türlüsünü yapamayacağı için utanmadan çekinmeden aşırı kilolu vücudunu sergiliyor, bikiniler,jartiyerler giyiyor.

Lady Gagaysa soyunduçka soyunuyor. Genel olarak ahım şahım bir vücuda sahip olmamasına rağmen o da çekinmeden sergiliyor. Ama bunu Beth'inkinden farklı amaçlara hizmet için yaptığını biliyorum. Lady Gaga'nın derdi sınırsız yaşayan gençliğe ilham olmak. Hey ne kadar da cool yozlaşıyoruz demek. Güya, Madonna'dan yadigar anarşist, olabildiğine teşhirci,kiliseleri kızdıran kadın imajını diriltmek.Güya...

Beth çok ama çok güzel şarkı söylüyor. Beth kaliteli şarkıları olan bir grubun şarkılarını söylüyor.Beth sahnede enerji patlaması yapıyor. Beth içinden geldiği gibi takılıyor.

Lady Gagaysa sahnede şarkı söylemekten başka her şeyi yapıyor.İyi planlanmış bir reklam harikası sadece.Planlara uygun hareket ediyor. Tarzına dair her şey gibi sahnedeki her hareketi de planlı.


Gelgelelim, yeri ayrı olanlar sadece üzerimize kocaman bir ilham bombası atanlar oluyor. Bu yeri ayrı olanlarda bizden parçalarla oluşmuş bir yaşanmışlık hissi oluyor.Tıpkı Beth ve The Gossip'deki gibi.Beth senden, benden,bizden toplanmış kaybeden öyküleriyle kazanan öykülerini birleştiriyor.Bu öyküler de The Gossip'in konserlerinden ve albümlerinden buram buram ulaşıyor bize..

20 Haziran 2010 Pazar

You'll See It by washed out

You'll See It by washed out

işte işte işte! keşfedilmemiş hazinelerden bir demet. kimse bilmesin bunu.aramızda..

16 Haziran 2010 Çarşamba

True Blood Pam'den inciler..


"I don't know what it is that makes people think that I wanna hear their problems.Maybe I smile too much. Maybe I wear too much pink. But please remember;I can rib your throat out if I need to. And also know that I am not a hooker.That was a long long time ago."

21 Mayıs 2010 Cuma

Bon Iver And St. Vincent - Roslyn

dünyanın en aptal filmleri serisi olan twilight serisinden birinin soundtrackini dinlemiş bulundum.bu nadide parça o filmin fonunda ne geziyor bilmiyorum ama çok acıtıyor dinlemesi..